Hayatı ciddiye almamak, onu anlamı olmayan bir şey gibi görmek bir bağımlılık mağdurunu düşünülebilecek en tehlikeli noktalara taşıma potansiyelindedir. Geleceğe inancını kaybettiğinden manevi dayanaklarını yitirmiş birisinin bağımlılığa karşı motivasyon sahibi olabileceği ummak güçtür.
Hayatımızda anlam yoksunluğu bizi dürtülerimizin oyuncağı yapar. Anlamsızlık, dürtülere maruz kaldığımızda (bir seçim yapmamız, karar almamız gerektiğinde) bizi enerjisiz kılıp duygularımızın insafına bırakır.
Tersinden ifade etmemiz gerekirse, yaşamak için bir nedeni olan, dürtü kontrol süreci için yeterli enerjiye de sahip olacaktır.
Sadece bu da değil, anlamsızlık kronik can sıkıntısına yol açarak dürtülerle daha sık karşılaşmamıza da neden olur.
Hayatımızın bir anlamı olduğu düşüncesi bir bağımlı için dirilticidir. İçinde bulunduğumuz an, yaşamımız için bir anlam ve amaç bulmamız, hayatımızı mümkün olduğu kadar anlamlı kılmamız kritik bir önem arz eder.
Bizim mücadelemiz bir ölçüde uğruna yaşayacak bir şeyler bulma mücadelesidir. Asla kaybolmayan ama içinde yaşadığımız koşullara göre değişen anlamlar bulma mücadelesi.

Burada kastedilen, hayatın/var oluşun genel olarak ne anlam ifade ettiği, "nereden geldik nereye gidiyoruz?" beylik sorusundan ziyade, bizim hayatımızın belirli bir zamandaki özgün anlamıdır. İçinde bulunduğunuz an varoluşumuzun faydalı bir gayesi bulunduğuna (bunun ne olduğunu o an keşfedemesek de) yönelik inancımızdır.
Bir bağımlının kendi "zavallı" hayatına bir anlam yüklemesi kolay bir iş değildir.
Çünkü bir bağımlı en karanlık, en ızdıraplı günlerinde dahi hayatının hakikatte anlamlarla dolu olduğunu fark edemez. İçinde bulunduğu koşullar bu anlamlarla bağ kurabilmesini son derece güçleştirir.
Yaşamımız bir anlama sahip olduğunda çektiğimiz acılar da anlam kazanır. Izdıraplarımız anlam bulduğu an ızdırap olma niteliğini kaybeder
Her insan gibi bir bağımlının da içinden geçtiği en korkunç şartları bile lehine çevirebilme, onları anlamlı kılma yeteneği vardır. Yaşadığı bağımlılık talihsizliğini yüz akı bir sonuca çevirmek elindedir.
Bazen en sağlıklı olanlarımız için dahi anlam duygusu içinde yaşanılan an silikleşir. Hayatın ileri safhalarında hatta belki son demlerinde şaşırtıcı bir berraklıkla önümüze serilir tüm manzara.
Vizyonumuz ve kişisel değerlerimiz hayatımıza anlam katacak unsurları içermek durumunda. Vizyonunuza bir de bu gözle bakıp, gerekirse gözden geçirebilirsiniz.
Önümüzdeki derslerde kişisel değerlerimizi belirlerken "anlamsızlık mağduriyeti" yaşamama hedefini de gözetmeyi atlamayalım.
Soner 50'sine merdiven dayamış.
Gelecek Kasım on yılı bulacak, aynı firmada muhasebe şefi olarak çalışıyor.
Daha doğrusu son üç yıldır muhasebe şefi, önceden muhasebe memuruydu.
Patronu toksik bir adam.
Ne zaman neye nasıl tepki vereceğini kimsenin öngöremediği rahatsız bir tip.
Ani parlamaları, avazı çıkana kadar bağırıp çağırmaları, küçümser hatta aşağılayıcı gözlerle etrafa bakışları...
Soner işinden, işyerinden tiksinti duysa da kaygıları adeta kendisini felç etmiş, kıpırdayamıyor.
Ne durumdan rahatsızlığını dile getirebiliyor (ne işe yarardı ki!) ne başka bir iş arayabiliyor.
Burada ilk zamanlarda nasıl da ezilmişti.
Başka bir işyerinde aynı şeyleri bir kez daha tecrübe etmeyi göz alabilecek kadar genç değil artık.
Emeğinin sömürüldüğünden de şüphe etmiyor ama başka iş bulsa ne fark edecek!
Bütün patronlar benzer. İş hayatı sömürü üzerine kurulmuş.
Ailesi ile başını soktuğu, annesinden kalan eski daire de olmasa ne olurdu halleri.
Aslına bakarsanız iş yerinde en zoruna giden ne patronu ne de aldığı düşük maaş, fakat iş arkadaşları (eğer onlara arkadaş denirse)
Herkes iki yüz yüzlü! İnsanlıktan eser kalmamış, günlük menfaatler belirliyor her davranışı.
Topu topu sekiz on kişilik bu ofisin dünyanın en samimiyetsiz noktasını olabileceğine inanıyor.
Yüzlerdeki zoraki gülümseme, sadece menfaatlerin tetiklediği yakınlaşmalar, nefret dolu yürekler...
O samimiyet istiyor, içten bir gülümseme görmek istiyor ve hak ettiğine inandığı saygıyı istiyor.
Aslına bakarsanız onu içten içe yıkan şeyin iş yeriyle yakından uzaktan ilgisi yok.
O'nu en çok üzen şey kendi çocukları.
22 yaşındaki oğlu ve 20 yaşındaki kızı...
Yıllarca hayatın acılarına tahammül ederken aklında hep onlar vardı.
"Onlar için yaşıyorum." deyip dururken çocukları için gençliği feda edercesine çalıştı.
En ince ayrıntısına kadar onların her şeyleriyle ilgilenirdi.
Onların eğitimi, onların ihtiyaçları, onların sağlığı...
Soner'in kendi iyiliği, sağlığı, mutluluğu, geleceği değersizdi.
Kutsal bir görev sayıyordu çocuklarıyla ilgilenmeyi, onların iyiliğinde kaybetmişti kendisini.
Ama bugün ömrünü "koca bir hiç" için harcadığını düşünüyor.
"Bu çocuklar gerçekten bana mı ait?"
"Emeklerimin, tüm fedakarlıklarımın neticesi bu insanlar mı?"
"Söz dinlemek, saygı göstermek şöyle dursun, yüzüme bakmayan, selam vermeyen, iki kelime bir nasihat versem derhal küçümser bir tavırla gülümseyen bu duyarsız insanlar için mi ben on yıllarımı harcadım?"
"Halen her maddi ihtiyaçları için sömürürcesine benden faydalanan, her şeyi kendilerinde hak gören ama bir kez olsun sorumluluk almaya yanaşmayan, asgari görgü kurallarından nasipsiz bu insanları ben mi yetiştirdim?"
Düşündükçe tepesi atıyordu.
Eşini merak ediyor olabilirsiniz... Uzun zaman önce bipolar teşhisi koyulan eşi, kendi acıları dışında bir şeye odaklanamıyor.
Anlayacağınız, eşi, Soner'in hayatında tahammül etmek zorunda kaldığı pek çok şeyden birisi sadece.
Ailesinin artık hayatına bir anlam katmaya yetmediğinin ne zamandır farkında.
Neticede hayatı tam bir hayal kırıklığı Soner'in...
Kaderine olan boş vermişliğinden, kayıtsızlığından şikayetçi.
"Ne için yaşayacağım? Sadece var olmak için mi? Hayatımı anlamlı kılacak, uğruna yaşayabileceğim neyim var?"

"Yaşama halen inanabilir miyim? Böyle gelmiş böyle gidecek diyenler haklı değiller mi?"
"Yaşadığım hayal kırıklıklarının altında eziliyorum."
İki yıla yakındır ofiste, kendi telefonuyla internete bağlandığı iş bilgisayarından porno izliyor.
Patronun öfkeden kıpkırmızı olmuş şişman suratı canlanıyor hayalinde bir yandan.
"Bir öğrense ne olur?" düşüncesi aklına geldiğinde tutup plazanın sekizinci katından aşağı atası geliyor kendisini.
Nefret dolu iş arkadaşları bu durumdan haberdar olsa!
Sürekli vaaz vermeye kalkıştığı oğlu ve kızı bu işi duysa!
Neyse ki evde hiç ama hiç tekrarlamıyor bu ritüeli.
Bu halini biraz da tuhaf buluyor.
İzleme dürtüsünün evde asla gelmeyip hep iş yerinde kendisini sıkıştırmasını yadırgıyor.
Bütün vaktini evde geçirse bir kez bile yapmayacağından emin. Yapabilmek uğruna ofise gitmek için bahane arar sadece.
Uzun zaman önce büyük abdestini asla evinde yapamayıp rahatlamak için ofise gitmek zorunda kalan, bu yüzden de hafta sonları ve bayramlar kendisine zehir olan birisinin hikayesini dinlediğinde gülmekle kalmamış, önüne gelene de anlatmıştı bunu.
Şimdi o zavallıdan farksız hissediyor kendisini, çünkü evinde porno izleyemediği günlerde yerinde duramıyor, iş günlerini iple çekiyor.
İzne çıkmamak, iş yerinden ayrılmamak için bin bir dereden su getiriyor.
Soner dürtü kontrol tekniklerini kolayca öğrenebilecek donanıma sahip. Dürtü anında yaşadığı duygusal yoğunluğu izole edip vazgeçemediği davranışına dur demesine imkan sağlayacak bir seçim yapmayı zorlanmadan başarabilir. Ama bunu yapabiliyor olması tek başına arzuladığı derinlikte kalıcı bir değişimi mümkün kılmayacak.
"Hayatımın anlamını keşfetmek ve uğruna yaşayacak bir şeyler bulmak durumundayım"
Çalışma:
İnsanların pek çoğunda, derinliklerinde bir tatminsizlik, eksiklik ve yeterli olmama hissi yuva yapmıştır. Pornografi, var olmanın anlamını çürüterek bu hissiyatı daha da belirginleştirir ve kaçınılmaz bir hale getirir.
Sözün özü, porno izleme alışkanlığımıza/bağımlılığımıza karşı ayakta kalmamız, çökmememiz için hayatımıza mutlaka anlam katmak zorundayız.
Kendi hayatınızın anlamı bağlamında mütevazi bir deneme yapmak ister misiniz?
Comments