Pek çoklarına göre bağımlılığın temelleri hayatın en başlarında atılır.
Bu kolay kolay itiraz kabul etmez bir önerme olabilir.
Emekleme çağından erken gençlik yıllarına üzerimize yığılan enkazın, kötü alışkanlıklara, bağımlılıklara çıkan yolları döşeyen taşlara dönüşebileceğini hepimiz biliriz. Ama bugün gereksinim duyduğumuz salt bilmekten öte pratikte işimize yarayacak, sonuç almamızı kolaylaştıracak bir kavrayıştır.
Kendi hikayemizin en dibine inerek kökleri çocukluğumuza uzanan delilleri araştırmak işlevsel bir farkındalık kazanmamıza yarayabilir.
Bir çocuğun ihtiyaçlarının tatminine hizmet eden samimi ve koşulsuz bir sevgi alması gerektiği söylenir, ideal olarak. Gerçek hayatta pek nadir görülür...
Zorlayıcı kötü alışkanlıklara muhatap olanların"ideal" çocukluk hatıraları şüphesiz ortalamanın çok gerisindedir .
Bağımlılık yaşayanların hatırı sayılır bir kesiminde ebeveynlerinden en az biriyle sorunlu bir duygusal etkileşim bulunması yaygındır. Anne veya baba, belki de her ikisi birden bir çocuğun hayatında doldurmaları gereken boşluğu dolduramamış, hatta daha kötüsü boşluğun bizzat yaratıcısı olmuşlardır.
Anneye-babaya karşı negatif duygular beslenir, son derece doğal bir mekanizma sonucu. Lakin bunlar ne kadar samimi olsalar da "lanetlenmiş" duygulardır.
Geleneksel değerler sisteminde annemizden-babamızdan nefret etmek şöyle dursun, onları sevmemek dahi olacak şey değildir. Böyle bir şeyi telaffuz edebilmek cesaret ister, derhal çevreden (hatta kendi vicdanımızdan) olumsuz geribildirimler alınır.
Annemize ve babamıza yönelik ifade edemediğimiz, yok saydığımız negatif duygularımız kaçınılmaz olarak kendimize yönelir. Büyüklerimizin hallerine karşı duyduğumuz isyanı, öfke ve kızgınlığı yaşayamamamız (çevrenin ve kendi değerlerimizin zorlamasıyla) belki de ömür boyu içerisinden çıkamayacağımız bir kuyuya indirir bizi.
Zira içimizde yaşamaya devam eden çocuğun, bir zamanlar hiçe sayılmış, belki suistimal edilip aşağılanmış çocuğun duygularının kaydı kusursuz biçimde zihinsel yazılımımızda tutulmaktadır.
Bazılarımız da özellikle annemizden alamadığımız sevginin boşluğunu doldurmaya çalışırız. Bir zamanlar olduğumuz çocuğunun sevilme ihtiyacını tatmin etmek için umutsuzca kadınlara yöneliriz. Onlar tarafından beğenilmeyi delicesine arzular, değer verilmenin özlemini duyarız. Sevilmeye layık olduğumuzun özellikle kadınlar tarafından ısrarla teyit edilmesini ister, bunu ispat etmek için olmadık işler yaparız. Kadınların bir gülümsemesi, anlamlı bakışı, bizimle konuşmaları için adeta ölüp biteriz.
Bunu şu şekilde de ifade edebiliriz: annesinin sevgisine muhatap olamayan bir erkek çocuk, yetişkin olduğunda karşısına çıkan her kadını fethetme ve baştan çıkarma arzusu duyabilir. Duygusal açlığını kadınlardan gelmesini umduğu sevgiyle ve ilgiyle giderme yoluna girer. Lakin bir şekilde karşı taraftan sevgi ve ilgi görürse panik olup ilişkiyi sabote edebilir.
Pornografinin bize sunduğu kadınlar üzerinde hakimiyet kuran hayali dünya nefesimizi keser. Şehvetten ziyade tecrübe ettiğimiz güç hissi bizi kendine bağlar.
Anne babamız hakkında çözülmemiş duygularımız genelimiz için kendi başımıza altından kalkamayacağımız ölçüde çetrefilli olabilir. Güvenebileceğimiz bir uzmanın desteği paha biçilmezdir.
"Baba'na sahip çık!"
Bir çocuk olduğum halde onlarca kez muhatap olduğum tembih cümlesi.
Babam körkütük sarhoş günler boyu bir otel odasında kendisini dünyaya kapatmışken, bir evlat olarak büyüklerimin bana verdiği "kutsal" görev gidip onu yeniden yaşama döndürmem ve evimize geri gelmeye ikna etmemdi.
Bazen de gidip kumar masasından onu kaldırmam istenirdi.
Üstelik tüm bunları hiçbir duygusal kırgınlık hissetmeden yapmam beklenirdi.
Bunun kime ne faydası vardı?
Zaten o daima bana aldırmıyor gibiydi.
Aşağılar bir tavırla ve dudaklarında çirkin bir gülümsemeyle karşılardı beni.
Gözlerinde sevgiden, şefkatten bir iz yoktu.
Aksine, bakışları içimi yakardı.
İncitici sözleri yüzüme tokat gibi çarpardı.
Suçlardı, içinde sınırsız bir nefret var gibi konuşurdu.
"Neden geldin!" diye sorardı.
Bir de "sen nasıl bir yaratıksın!" derdi bana.
Ne denir ki buna! Ben nasıl bir yaratık mışım?
Sırf bana mı?
Anneme de yapmadığı işkence kalmazdı.
Annemin en sık duyduğu hakaret cümlesi "adi kadın!" idi.
Bazen de benim gözlerimin içerisine bakarak anneme "adi kadın!" diye bağırırdı.
Hakaretine beni de dahil etmek istediğini belli edermişçesine, sen böyle bir kadının oğlusun demek istercesine...
Hakaretle de kalmazdı.
Bir gün eve geldiğimde duvarları hep kan içerisinde bulmuştum.
Annemin kanı.
Yediği yumruklarla yüzünden sıçrayan kanlar...
Yetişkinliğin getirdiği bütün "ayrıcalıklardan" faydalanırdı.
Karanlık arkadaşları, çevresindeki herkesin yaşamını cehenneme çevirmesi, yasadışı işlere bulaşması, sürekli sarhoş gezmesi, kumar masalarından kalkmaması, bel altı iğrenç esprileri, gaddarlığı, hatta bir adamın kulağını kestiğinin duyulması, kabalığı, cehaleti, cezaevine girip girip çıkması... Rezil yaşamı... İnsan değil bir canavardı!
İstediğim son şey böyle bir adamın himayesinde yaşamaktı, dünyanın diğer ucuna kaçabilmeyi arzuluyordum.
O'nun gibi bir babaya sahip olduğumu, O'nun gibi bir adamın oğlu olduğumu unutabilmeyi hayal ediyordum.
Hepsinden dayanılmaz olan, bana değer veriyor gibi göründüğü zamanlardı.
Elinde avucunda yokken okul taksitlerimi ödeyebilmek için yaptığı fedakarlıklar, O'nunla küstüğümde telefon açıp "bana bir kez baba der misin?" diye ağlaması benim için büyük işkence kaynağıydı.
O'nun beni seviyor, bana değer veriyor olabileceği düşüncesinden tiksiniyordum.
Hiçbir şey beni onun kadar itmiyordu.
Tek istediğim ondan olabildiğince uzak kalmaktı.
Ama kendi başına sardığı belalar yüzünden bazen bir hapishanede ziyaret edilmesi gerekiyordu, bazen de hastanede.
Bazen bir yerlerde sarhoş bir halde sızıp kalıyordu, bazen de bir otel odasına kendini kapatıyor "intihar edeceğim!" diyordu.
Etrafımın bir evlat olarak bana biçtiği rol bir kez olsun değişmiyordu.
"O senin baban. Git babana sahip çık!"
Peki bana kim sahip çıkacaktı?
Ben kendimi düşünmekten zaten uzun zaman önce vazgeçmiştim.
Sanki en yakınlarım bile, bir çocuk olduğum halde beni basbayağı kurban ediyorlardı.
Bana da maruz kaldığım adaletsizlikten kaynaklanan zihinsel bir acı çekmek düşüyordu.
Kendisini felakete sürükleyen, çivisi çıkmış yaşamı için sorumluluk almaktan aciz bir adamı biraz olsun toparlamak umuduyla bir çocuk gözden çıkarılıyordu.
Ne hakla, ne adına beni ezip bitiriyorlardı!
Babama karşı nefretimi hissetmeme bile izin verilmiyordu.
Oysa hiç düşünmeden, gözümü kırpmadan onu öldürebileceğime inandığım zamanlar oluyordu.
Kendimi ifade etmek için ne zaman ağzımı açacak olsam sesim çıkmıyordu.
O'nu terk etmem zaten düşünülemezdi.
Bırakın nefret ettiğimi, onu sevmediğimi bile telaffuz edemezdim.
Kimse bunu yapmamı hoş karşılamazdı, acımasızca beni kınarlardı.
Tanrı bile bana yüz çevirirdi.
Kendi özümden tiksinme duygusu böylece sinsice zihnime sokuldu.
Tek çıkış yolum öfkemi, tüm nefretimi kendime yönlendirmekti.
Sonuçta kendime ölesiye nefret beslemem kimsenin umurunda değildi.
Bunu yaparsam beni rahat bırakırlar, beni yargılamaya bir son verirlerdi.
Yeter ki babama karşı "sorumluluklarımı" yerine getirmeye devam edip düzgün bir evlat olaydım.
Gerçek duygularımı ciddiye almamam, onları inkar etmem bana pahalıya patladı.
Geleneğin "babana sahip çık" dayatmasına boyun eğerek kendi hakikatimi ısrarla reddetmem neticesinde büyük bir felaket bekliyordu beni.
On yıllarımı yiyecek amansız bir bağımlılığı hünerle inşa etmiştim.
Görünüşe göre çirkin alışkanlıklarımın gönüllü kölesi olmaya can atıyordum.
Gülmek eğlenmek için yapmıyordum hiçbir şeyi.
Sadece acı çekmek beni mutlu ediyorsa, elimden ne gelirdi!
Günün birinde bir hapishane köşesinde tek başına öldü.
Bağımlılığımın en buhranlı yıllarıydı. Aklımı kaçıracak gibiydim, ruhsal dengem hayli bozulmuştu.
Halimden O'nu sorumlu tutuyor, sonuçları ne olursa olsun bir zamandır O'nu görmeyi reddediyordum.
Bir bakıma buna mecburdum, ondan uzak durmaya her zamankinden çok ihtiyacım vardı.
Kurban rolünü bırakıp cellat durumuna düşmüştüm.
Gerçi onu biraz tanıyorsam, ziyaretine gitmiş olsaydım bile beni iyi karşılamayacaktı.
Kötü kötü bakacak, homurdanmaya başlayacak, "senin yüzünden bu haldeyim, bari ölürken rahat bırak!" deyip beni geldiğime geleceğime pişman edecekti.
O'nunla son kez bir sedyede boylu boyuna yatarken karşılaştık.
Tüm vücudu örtülmüştü, sadece ayakları açıktaydı.
Görür görmez tanıdım, bunlar onun ayaklarıydı.
Öldüğüne inanabilirdim.
Artık bu dünyaya daha fazla çirkinlik katamazdı, ebediyen gayb olmuştu.
Bana zarar verme ihtimali de kalmamıştı.
Sanki uzun zamandır unuttuğum bir duygu sel gibi aktı içimden.
Bir an için bu umutsuz, anlamsız dünyayı aştığımı hissettim.
Müthiş bir dinginlik doğmuştu içimde.
Bir tarafım öylesine mutluydu ki, korkuyordum bu denli mutlu olmaktan.
Rahat bir nefes alabilirdim. Her şeyi geride bırakıp hayata yeni baştan başlayabilirdim.
Bir daha asla açmamak üzere bu konuyu kapatabilirdim.
Sedyenin başında beklerken bir gardiyan bitti yanımda.
"Oğlusun değil mi?" dedi.
"Hep senden bahsediyordu, son gününe dek hep senin gelmeni umuyordu"
Çalışma:
Anneniz-babanız ile geçmişinizin bugün abartılı porno izleme alışkanlığı üzerinde bir etkisinin bulunabileceğini düşünüyor musunuz?
Comments