Onu uzaktan gördüğümde donakalmıştım. Buraya ait olamayacak kadar muhteşem bir kadındı. Hayli tuhaf kaçacak ama, ağırbaşlı ve soylu bir görünümü de vardı. Kızıla çalan sarı saçları beline kadar iniyordu. Üzeri çırılçıplaktı.
Mekanın böylesine tenha oluşuna daha önce tanık olmamıştım, o gün evlerin etrafındaki avare kalabalığın yerinde yeller esiyordu.
Evin önünde tek başıma seyre daldım onu. Merdivenlerin görebildiğim en üst basamağında oturuyordu. Bana hiç bakmadı, neye, nereye baktığı da belli değildi.
Birkaç basamak altta sere serpe oturan iki kadın daha vardı. Bunlar sıklıkla burada boy gösteren sıradan kadınlardandılar. Bu iki kadın baş başa vermiş aralarında hararetle bir şeyler konuşup duruyorlardı.
Onların tarafına bakıyor olmam belli ki dikkatlerini çekmemişti. Bir "müşteri" olarak görmezden gelinmek hoşuma gitmedi; ağır, çekingen adımlarla içeriye girdim.
Onlara doğru yaklaştıkça duygularım kabardıkça kabarıyordu. Adeta ideal kadını temsil eden fildişi bir heykel vardı karşımda. Kendime sormadan edemiyordum, böylesine bir varlığın, bu mekanda, bu biçimde oturup beklemesi gerçek olabilir miydi? Hayatımda sadece bir defa kalbim gerçekten yerinden fırlayacak gibi attıysa, o işte bu andaydı.
Ben yaklaşmayı sürdürürken onlar da beni görmezden gelmeye devam ediyorlardı. Alt basamaktaki kadınlar hala çene çalıyor, o da bana tanıdık gelen hüzünlü gözlerle aslında izleyecek bir şey olmayan kaldırımlara doğru bakıp duruyordu.
Sanki o, asla sahip olamayacağım kadar ulaşılmazdı da lütfedip yüzüme bakması, ağzından bir tek kelime çıkması, beni muhatap alması büyük bir saadete ermem için yetecekti. Hiç olmazsa bir an onunla göz göze gelebilmeye can atıyor, cüretkarca gözlerinin içine bakıyordum.
Nefesimi tutarak aramızda sadece bir kaç metre kalacak kadar yaklaştım ona. Güzelliği karşısında aklımı yitirebilirdim. Tüm hayallerim gözümün önünde ete kemiğe bürünmüş gibiydi. O anın hiç bitmemesini diledim. Onu sonsuza dek o halde izleyebilmeyi tarif edilemezcesine arzuluyordum.
Yine benden yana bakmıyordu ama bir şey söyleyecekmiş gibi nefes aldı. Evet, konuşacak gibiydi.
Kendimden geçmiş, beni görmesini, beni konuşacak kadar kıymetli bulmasını, bir şey söylemesini istiyor, sabırsızlıktan kıvranıyordum.
Gözlerini hafiften kıstı, dudakları kıpırdadı.
Öndeki kadınlar da susmuştu o an.
Sanki tüm dünya sessizliğe gömülmüş, onun ağzından çıkacak bir kelimeyi bekliyordu.
Ben de nefesimi tutmuş, bir hareketiyle beni dünyanın en mesut, en tatminkar erkeği kılabilecek bu varlığın yüzüne adeta yalvararak bakıyordum.
Yine yüzüme bakmaksızın, diğer kadınların da duyabileceği durgun bir sesle:
"Allah hepimizi yakacak!" dedi.
Zaman durdu.
Kaçarcasına orayı terk etmeye çabalıyordum ama her bir adımı atmam bin yıl sürüyordu.
Kimsenin duyamadığı çığlıklar atıyordum. Kafama balyozlarla vuruyor gibiydi görmediğim birileri.
"Harikulade" bir anda, duymayı asla beklemediğim bu cümle ömrüm boyunca beynimde yankılandı durdu.
"Yakacak mı?", bilemem.
Ama adı anıldığında O'nu en çok, "hüzünlü günahkarların Tanrısı" olarak hatırladım.
Comments