top of page

KARARLARIMIZ VE SEÇİMLERİMİZ

Her gün onlarca karar alıyoruz dersek itiraz eder misiniz?

Elbette iş kurmak veya evlenme teklif etmek gibi temel kararlardan bahsetmiyoruz.

Daha çok gündelik hayat seyrinin bir parçası olan, sıklıkla hiç çaba harcamadan gerçekleştirdiğimiz basit seçimler şu an için konumuz.

Yeşil yanmasına rağmen önümüzde durup beklemekte ısrar eden arabaya korna çalıp çalmamak.

Bize ters cevap veren bir iş arkadaşımıza hak ettiğine inandığımız tonda cevap vermek veya sessiz kalmak.

Yolda karşımıza çıkıveren alımlı bir kadına bakmak veya onu görmezden gelmek.

Doyurucu bir öğle yemeğinin üzerine tatlıyı da yemek veya sadece yiyenleri izlemek.

Evet, hepimiz her gün bunlar gibi deste deste seçim yapıyoruz/karar alıyoruz.

Sadece bir refleks gösterir gibiyiz, çoğu zaman seçim yaptığımızı/karar aldığımızı nadiren sorguluyoruz.


İşaret etmek istediğimiz ayrım şu:

Kararlarımızın bir kısmını duygularımızın (dürtülerimizin), bir kısmını ise değerlerimizin kılavuzluğunda alıyoruz.

Genel anlamda konuşacak olursak, seçimlerimizde öncelikle bazen duygularımızı bazen de değerlerimizi referans aldığımızı söyleyebiliriz.

Biraz açmamız gerekirse, eğer bir kimse yıllar içerisinde bu yönde değerler geliştirmişse, yeşil yandığında gaza basmayan önündeki arabanın sürücüsüne derhal tepki vermeyecek, bir miktar tahammül gösterecektir.

İçinde öfke hissetse dahi bu öfkeyi alacağı aksiyon için veri kabul etmeyecek, "sakin kalma/öfkelenmeme değeri" devreye girecektir.

Biraz gecikmeli de olsa önündeki araba harekete geçtiğinde, öfkelenmediği, sonradan mahcup olacağı bir davranışta bulunmayıp değerlerine uygun davrandığı için kendisi iyi hissedecek ve bir sonraki sefer benzeri bir durum yaşadığında büyük olasılıkla bu tecrübesi, zihinsel yazılım tarafından hatırlatılacaktır.

İşte bu, değerlerimizi kılavuz aldığımız bir davranış şeklinin timsalidir.


Yelpazenin diğer ucunda duygularımızı referans aldığımız davranışlarımız bulunur. Söylemeye lüzum var mı, bu davranışları güdüleyen yoğun duygularımızdan başka bir şey değildir.


Yanan yeşile rağmen durmaya devam eden sürücü bizi hiddetlendirir; öfke hissederiz. Tüm gücümüzle kornaya basar sorumsuz sürücüyü kendimizce cezalandırırız. Verebileceği en ufak tepki öfkemizi daha da köpürtür. Değerlerimiz aklımıza dahi gelmez, ya yokturlar ya da yeterince gelişmemiştirler.


Ancak sert kornamızla gaza basan ve öfkemizden payını alan sürücünün durumu, ona dersini vermiş olmamız bizi bir anlığına iyi hissettirir. Zaten cılız olan değerlerimiz iyice silikleşir. Bir sonraki sefer benzeri bir durumda bu tecrübeyi belki de şuursuzca hatırlayabiliriz.


Bu da duygularımızla aldığımız bir karara örnek olabilir.


Aklına geleni yapmak deyimi çoğu zaman duygularımızın kılavuzluğunda eyleme geçmek anlamına gelebilir.


Sağlıklı ve dengeli bireylerin aldıkları kararlarda, yaptıkları seçimlerde daha çok değerlerini referans aldıklarını, bu sayede nispeten istikrarlı bir hayatı deneyimlediklerini, sorunlarını çözüme kavuşturabildikleri gözlemleyebiliriz.


Buna karşın bağımlılık geliştiren (veya daha genelde dürtüsel) bireylerin kararlarının/seçimlerinin duyguları tarafından adeta gasp edildiği bu nedenle kaotik bir hayata kendileri bir nevi mahkum ettiklerini, adeta birer öngörülmezlik abidesine dönüşebildiklerine söyleyebiliriz.


Kemikleşmiş alışkanlıklarını kıramayan bağımlılık sahibi bireylerin hayatlarını "şimdi ve burada"da görme eğiliminde olduklarını biliyoruz.

Daha çok, yoğun duyguları, "içinde bulundukları an" ne yapmaları gerektiğini onlara dikte ediyor. Karar verme anlarında rasyonel düşünebilme ve verdikleri kararların sonuçlarıyla fonksiyonel bağ kurma yeteneklerini geçici olarak kaybedip sanki aklı lekeleyen bir delilik haline giriyorlar.

Sonu nereye varacak, daha sonra ne bedeller ödenecek olursa olsunlar, büyük olasılıkla pişmanlık gösterecek olmalarına rağmen, ölçüsüz duyguları o an ne yapmaları gerektiğini emrediyor.

Kendilerine yol gösterecek ahlaki değerlere sahip olsalar dahi, seçim anında bu değerlerin pozitif bir katkısı olmuyor. Zira yoğun duygular kapıdan girince değerler bacadan kaçıyor.

Bağımlılık mağduru bireylerde yaygın görülen "ölçüsüz duygulara bağlı" seçim yapma mekanizmasına, ne gariptir ki ülkemizin alelade "sağlıklı" insanlarında da pek sık rastlanabiliyor. Ama bunun konumuzla pek ilgisi bulunmuyor olabilir tabi ki!



Sırası gelmişken söyleyelim, dünyanın en iyi niyetli, en naif insanı dahi olsanız, eğer seçimlerinizi, sıklıkla değişen duygularınızın kılavuzluğunda yapıyorsanız, en hafif ifadeyle, sizin için iyimser bir gelecek tablosu çizemeyebiliriz. (hatta işin ciddiyetine dikkatinizi çekmek için, "kaç hayat bu yüzden ziyan olmuştur?" bile diyebiliriz)


Zira bu durumda istem dışı biçimde kendinize ve başkalarına zarar verici seçimler içerisinde bulunacağınızı tahmin etmek için fazla kötümser olmaya gerek yok.


Dengesiz coşkun duygularınız aklınızı örtecek, algılarınızı bozacak, değerleriniz sus pus olacak ve yaptıklarınızın sonuçlarını hesaba katamaz duruma düşeceksiniz.


Buna karşın, geçici fırtınalı duygularının farkında olan, lakin kararlarını alırken duygularının etkisinden mümkün mertebe sıyrılarak kendisini özgür kılan bireyin makul tercihlerde bulunabileceğini , değerlerini önceleyip hayatının sorumluluğu alabileceğini ve daha iyimser bir gelecek bekleyebileceğini söylemek müneccimlik olmayacaktır.


Ofisteki kadınlardan biri ne zaman koridordan geçse aralıksız gözlerinin içerisine bakıyordu.

Sahicilikten uzak ama ısrarlı, anlamlı bakışlar...

Bir gün değil, üç gün değil üstelik.

Daha geçen ayki şirket yemeğine kocasıyla gelmemiş miydi bu kadın!

İlk başta üstünde durmadı ama günler geçtikçe onun da hoşuna gitmeye başladı.

Hiç de fena bir kadın değildi, üstelik kendisinden gençti.

Heyecan duydu.

Böyle bir kadın tarafından beğenildiği için kendisini kıymetli buldu.

Hayatın sıkıcılığından bir kaçış olabilir miydi?

Bekarken bu tip ilişkileri birkaç kez tüketmişti ama şimdi evliydi.

Sadece çalışıyor, eve para yetiştirmeye gayret ediyordu.

Zaten eşiyle de eskisi gibi değillerdi, ilişkilerinin ateşi sönmüştü.

Bu işin olabileceğinin üzerinde düşünüp kafa yordukça daha da düşünesi geldi.

Kadınla beraberken geçirebilecekleri fevkalade anların hayali nefes kesiciydi.

Karakterimizin önünde iki yol var:

Birincisi, deneyimlediği ölçüsüz duygularla başa çıkamayacak, anlayacağınız "fırsatı kaçırmayacak."


Bu kadar odaklanarak düşünmenin sonucunda yakasını bırakmayan duygular artık "çok fazlaydı" onun için.

O da kadına alıcı gözüyle bakmaya başlayalı beri her göze göze gelişlerinde duyguları daha da kabarıyor aslanlar gibi kükreyesi geliyordu.

Tercihinin sonuçlarının neler olabileceğini pekala biliyordu ama kuvvetli duyguları bu sonuçları aklına getirmesini engelliyordu.

Böyle bir "ayrıcalığa" çok az erkek erişebilirdi, ayağına kadar gelen fırsatı tepemezdi. Olan oldu.

İkinci seçenekte karakterimiz duygularının farkına varıyor, onlarla özdeşleşmekten kaçınıp değerlerine yöneliyor.

Ne kadar zorlayıcı olursa olsunlar, duyguların geçiciliğini ve sahteliğini kavrıyor, onların efelenmelerine kanmıyor.


Halen beğenilen bir erkek olmanın getirdiği heyecanın ne kadar kışkırtıcı olduğunun bilincindeydi.

Ama bunlar son derece geçici, pek de üstünde durulmayacak duygular değil miydi?

Kuvvetli duygulara sahip olmak başka şeydi, bu duygulara göre davranmak başka.

Zamanında yaşadığı tutkulu ilişkileri hatırladı.

İçini şehvet hırsı bürüdüğünde tükettiği yüzeysel ilişkileri.

Etkileri ne de kısa sürmüştü.

Duygularına gereğinden fazla önem atfetmişti o zamanlar.

Üstelik eşine bunu yapmamalıydı, asla haberi olmasa bile onun yüzüne nasıl bakardı.

Durum açığa çıkarsa sonuçlarının telafisi olmayabilirdi.

Muhtemel bir ayrılıkta her şeyin acısı çocuklarından çıkardı.

En önemlisi bunu yapmayı kendisine yakıştıramazdı.


Gerçek hayattaki seçimlerimizde nerede duygularımızın etkisinin bitip nerede değerlerimizin devreye girdiğini çıkarabilmek pek kolay olmayacaktır. Bu nedenle aldığımız kararların tek başına ne değerlerimize ne de duygularımıza dayandığı, fakat ikisinin de kısmen dikkate alındığı, bu nedenle hiç bir tercihimizin, hiç bir kararımızın duygularımızdan tam bağımsız olmadığı iddiasının doğruluk payı vardır.

Her bir eylemimizde duygularımızın az çok ayak izi bulunduğu gerçeğini ihmal edemeyiz.


Bununla birlikte, eylemin duyguyu takip ettiği fikrini savunsak ta gerçekte duygunun ve eylemin birlikte hareket ettikleri de söylenebilir. Program kapsamında bu teorik ayrımları yapıyor olmamızın sebebi, bizi bekleyen dürtü yönetim derslerine bir hazırlık yapmaktan başka bir şey değil.

 

Çalışma:


Duygularınızı referans aldığınızda, pek iç açıcı sonuçları bulunmayan bir seçim yapma durumuyla karşı karşıya kaldığınızı fark etmenizi bekliyoruz.


Gün içerisindeki kararlarınızı bir gözden geçiriverin. Yaptığınız seçimlerde daha çok sezgilerimiz mi devreye giriyor?


Otomatik pilotta anlık duygularınıza dayanarak mı konuşuyor, tepki veriyor, konum alıyorsunuz?


Yoksa sizi duygularınıza rağmen seçim yapmaya yönelten değerleriniz var mı?


Bu değerler seçimlerinizi etkileyebilecek kadar güçlüler ve etkiler mi?

47 görüntüleme
1/23
bottom of page