top of page

"Heceler misin?" diye sordum. Cevabı sadece donuk bir "evet" oldu, sonra sustu.


Ağzından tuhaf bir kelime çıktığından adını anlayamamıştım, hecelemesini istememin sebebi buydu.


Uzun süre konuşmayınca "E hadi!" diyerek artık sıkıcı olmaya başlayan sessizliğimizi bozdum.


Gülümseyerek bakan iri gözlerini yüzüme doğrultup "hadi ne?" dedi.


"Adını hecelemeni istedim, sadece evet deyip sustun!" diye sitemle mırıldandım.


"Ah pardonn!" diye bağırdı bir kız için fazla kalın sesiyle, ben "geceler misin?" anlamıştım.



Ne yapacağımızı, nereye gideceğimizi bilemez halde arabamda dolaşıyorduk. Fethiye'de bir yaz akşamı karşılaşmış iki yabancıydık. Ankesörlü telefon sırasında birden konuşmaya başlamıştık. İkimiz de bir ton kaygıyla yüklenmiş gibi durgun bir haldeydik.


Ben kendi öz yıkım hikayemi maharetle yazmayı sürdürüyordum. Hayat kadınlarına ve pornografiye düşkünlüğüm daha on sekizimde belimi bükmüştü. Kendimi ölü hissediyor, yaşadığımı anlayabilmek için kendi canımı yakıyordum. Fethiye plajlarının alışkanlıklarımı besleyen "nimetlerinden" faydalanmaktan hoşladığım için oralardaydım.


Benden bir yaş büyük Mihri de (evet, adı buymuş) her türlü gelenekten ve otoriteden nefret ediyor, herkesi ve her şeyi protesto ediyordu kendince.


Aklına estiği gibi davranabileceğini, kural tanımadan ve bedel ödemeden duygularınca yaşayabileceğini zannedecek kadar toydu. Ailesine kızmış, evden ayrılmış Fethiye sokaklarında amaçsızca geziyordu. Ertesi gün geri dönecekti ama evdekilere de günlerini göstermiş olacaktı.


Şansa bak ki, bula bula daha gencecik yaşında ağır sapıklıklar sergileyen, gözü dönmüş bir şehvet düşkününü bulmuş, onun arabasına binmişti.



Saat gece yarısı bire yaklaşıyordu. Kimseciklerin bulunmadığı, hiçbir arabanın geçmediği zifiri karalık bir yolda arabamın içerisinde yalnızdık.


Hararetli biçimde onu ikna etmeye çalışıyordum, o da ısrarla reddediyordu. Usanmadan tatlı dilimle onu yumuşatmaya çalışmış, sonunda razı etmiştim.



Saatlerdir Fethiye'nin çevresinde dolaşıyor olduğumuz halde, daha ilk dakikadan itibaren Mihri'yi ikna etmeye çalıştığım şey bana evinin yolunu tarif etmesiydi. O ise ailesine olan taze öfkesini yenememiş, evine gitmeyip benimle kalacağını söylemişti. Nedense ben de onun güvenli biçimde evine girdiğini görmeden rahat etmeyeceğimi düşünmüştüm.


Mihri ikna olduktan sonra yarım saat içerisinde yaşadığı kasabaya ulaştık.


Arkasından evine doğru yürüyüşünü izledim. Kapının zilini çaldıktan sonra geri dönüp bir çocuk gibi sevinçle bana el sallaması hayatımın en mutlu anlarından birisi olarak zihnime kazındı.



Bilmediğim karanlık yollardan geçerek otelimi bulmaya çalıştım.


Huzurlu bir uykuydu beklediğim ama zihnimi kurcalayıp duran sorular buna izin vermedi.


Nasıl bir insandım ben?


Nasıl olmuştu da sonsuz bir çirkinliğin içerisinde kaybolmuştum?


Ne diye açık saçık filmler izlemeden birkaç gün geçiremiyordum?


Neden hayat kadınlarına gitmediğimde bir tarafım eksik kalıyor gibiydi, sanki bir boşluğa düşüyordum?


Sanki fena biri , hep sandığım gibi "aşağılık bir sapık" da değildim?


Yoksa yaşadığım sadece bir hastalık mıydı?

67 görüntüleme
1/23
bottom of page