Hiç hesapta yokken, ısrarı üzerine okul çıkışı bir arkadaşın peşine takılmış, sonra yolda onun tanımadığım bir dostuyla şans eseri karşılaşmış, daha sonra da kendimi, işte bu hiç tanımadığım çocuğun evinde, beni "bir sen eksiktin!" diyen gözlerle izleyen evin annesinin önümüze koyduğu alışılmadık, tuhaf yemeklerini yerken bulmuştum.
Bu yabancı insanların tesadüfen geldiğim evlerinde misafiri edilmemi "matematik dehama" borçluydum. Çözemeyeceğim soru olmadığına inanan ve birkaç ay sonra üniversite sınavına girecek evin gençleri, anneleri dahil tüm aileyi benim fazlasıyla kıymetli bir konuk olduğuma ikna etmişe benziyordu.
İkramlardan bunalmış, görevini layıkıyla tamamlamanın sevinciyle gece yarısına yakın evden ayrılmaya hazırlanıyordum. Çocuklarına verdiğim hizmetten hayli hoşnut görünen evin annesi, ben kapıya doğru yönelirken bir şey söylemek istiyor ama tereddüt ediyor gibiydi. Çıkmak için evin kapısını açmamla konuşması bir oldu: "gel senin falına baktıralım!"
Katıla katıla gülmem gerekirdi aslında ama öylesine ciddi bir yüz ifadesiyle söylemişti ki bunu, elimde ayakkabılarım kılımı kıpırdatmadan bekliyor, annenin mahir bir güldürü ustası olmasını umuyordum.
Sessizliğimden cesaret bulup "evet evet, baktıralım!" dedi. Yarım açık kapıyı kapadığı gibi hızlı adımlarla evin odalarından birisine yöneldi, yavaşça araladığı kapıyı içeri girip arkasından kapadı. Anlaşılan bu evde tuhaf olan sadece yemekler değildi. Şaşkın şaşkın durup, bir açıklama için yalvaran gözlerle evin oğullarına baktım.
Adını aklımda tutamadığım Orta Asya ülkelerinin birinde yaşayan akrabalarından falcı bir kadın, işe bakın ya bu akşam onlardaydı. Memleketinde nam salmış bu kadına fal baktırabilmek için insanlar kapısında sıraya diziliyordu ama o şanslı bir azınlık dışında kimsenin yüzüne bakmıyordu. İşini "layıkıyla" yapıyor olmasına karşın fal bakmaktan bir kuruş para da almıyordu. Başıma talih kuşu konmuştu. Evin annesi, falcı akrabalarını falıma bakmaya ikna ederek kendisince bana fevkalade bir iyilik yapıyordu.
Beraberimde tüm ev halkı olduğu halde, abartılı bir saygıyla falcı kadının odasına girdiğimizde ilkel bir kabile ritüeline katılıyor gibi hissetmekten alamadım kendimi. İlk başta işin şakasındaydım, sessiz kahkahalar atıyor, gülünesi yalanlar duymayı bekliyordum.
Kaba ve gergin bakışlarla koltuğuna kurulup yanı başına oturmamı istedi. O ana dek dikkatimi çekmemiş olan dizlerinin üstündeki kırmızı kitabın rastgele bir sayfasını açıverdi. Tanımıştım bu kitabı, kendimi bildim bileli evimizde gösterişli bir kılıfın içerisinde duvarda asılı duran kitaptı bu. İçinde ne var diye çocukken meraktan açmıştım bir seferinde, oradan hatırladım.
Ahmakça, bir miktar sinir bozucu da bulmaya başladığım bu sürpriz deneyim falcı kadın konuşmaya başladığında bambaşka bir hal aldı. Tam o anda pencereden Marslılar girseydi bu denli afallamazdım. O sıralar birisini delicesine seviyor, rüyalarımda hep onu görüyordum. O'nunla yaşadıklarımızı, anlaşmazlıklarımızı, hatta daha o gün aramızda tartıştığımız konuları paldır küldür anlattı da anlattı herkesin içinde. Bütün bunları kitabın sayfalarına bakarak yapıyordu. Bu da yetmezmiş gibi, ailemle yaşadığım sıkıntılara, hatta daha geçen hafta evden ayrılmaya teşebbüs etmeme de değindiğinde kalakalmıştım, hayretle kadının dizlerindeki "mucize" kitaba bakıyordum. Titrek bir sesle "yeter!" diyebildiğimi hatırlıyorum.
Falcı kitabı tam kapatacakken, evin annesi sevdiğim kişiyle geleceğimizin ne olacağını sordu. Duraksamış, şöyle bir yutkunmuştum, çünkü ömrümü onunla geçireceğime gönülden inanıyordum. Deminden beri somurtan kendisi değilmiş gibi, sayfaya göz ucuyla bakıp "boşş!" derken sırıttığında bana fenalık gelmişti.
Orayı apar topar terk edip taksiyle eve dönerken ne yaşadığım "mucizenin" şaşkınlığını atabiliyor, ne de sürücüye doğru düzgün evimizi tarif edebiliyordum. Nedense hayretimin merkezine falcı kadından çok, bakıp durduğu gizemli kitap yerleşmişti. Sanki maharet falcıda değildi, herkes o kitaba bakıp aynı şeyleri söyleyebilirdi.
Yatağıma uzandığımda kaybolan hafızası ansızın yerine gelen birisi gibi irkildim. Ancak o an hatırlayabildim daha dün akşam aynı saatlerde yatağımda çaresizce ağladığımı ve dua ettiğimi: "Allah'ım, eğer gerçekten varsan, bana bir delil göster, kalbimi tatmin et. Bunu yaparsan sana söz veriyorum ben de çok dindar bir insan olacağım."
Ben kim dindar olmak kim! Din ile alakalı her şeye antipati duyarım ben, dindar birini görsem arkama bakmadan kaçarım. En fenası, evet ya en fenası, ahlaksızca şeyler izlemeye üç gün ara veremeyen birisinin dindarlıkla yolu nasıl kesişebilir. Benim dindarlıktan anladığım tek şey, soğuk Bakırköy seherlerinde ezan sesleriyle uyandığımda ürpermemdir.
Boşluğuma gelmiş, bir gaflet anında dua edivermiştim. Üstelik bir de tumturaklı söz verip başımı derde sokmuştum. Hemen ertesi gün "cevap geleceğini" bilsem yapar mıydım?
Ne var ki günden güne büyüyen merakım galip geldi. Falcının dizlerindeki gizemli kitap, bambaşka gayeler, bambaşka anlamlar için artık benim de dizlerimin üzerindeydi.
Comments