top of page

KORKUNÇ BİR FİLM

Babasını kendisinden yaşça hayli küçük bir kadınla Gülhane Parkı'nda genç aşık misali ele ele yürürken yakalayan bir delikanlının ne hissetmesini bekleyebilirsiniz? Hele o kalabalığın içerisinde tam da babasıyla göz göze geldiği an!


Sonrasında aynı günün akşamı eve döndüğünde, karısıyla oturup bir yandan çekirdek çitleyip dizi izlerken, bir yandan oğluna hiç utanmadan mahcup bakışlar fırlatan o babayı acımasızca eleştirmez de ne yaparsınız!


Lise son öğrencisi bir kız üç erkek arkadaş boş bir sınıfta oturmuş, aramızdan birisinin babası olan bu sorumsuz adamı kelimelerimizle rezil ediyor, yerin dibine batırıyorduk.

Ergün felaket üzgündü. Babası için "aşşağlık adamm!" diyerek sıraya yumruğunu indirirken gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Diğerlerimiz kabahatli babayı zaten yeterince mahkum ettiğimizi düşünüp arkadaşımızı rahatlamanın başka bir yolunu bulmamız gerektiğinin farkındaydık ama kimsenin konuşası yoktu.


Her nasılsa Pınar ansızın söze başladı lakin hiç düşünmeden konuştuğu birazdan anlaşılacaktı. "Ben de" dedi, "nefret ediyorum babamdan, hatta annemde de..." Sesinde insanın içini burkan bir şey vardı. Duraksamadan devam etti: "Geçen yaz onları evde salonda korkunç bir film izlerken yakaladım gecenin bir vakti" derken yüzü birden kıpkırmızı kesildi.


"Korkunç bir film" ile ne demek istediğini hem anlamamış hem de anlamıştık. Kimse anne-babasından gece yarısı korku filmi izliyorlar diye nefret ediyor olmamalıydı. Bizim tahmin ettiğimiz türden korkunç bir filmse bahsettiği bunu bize anlatabilmesi olacak iş değildi.


Burak, sıranın altından tekmeyi savurmama fırsat bırakmadan münasebetsiz sorusunu sordu: "nasıl bir korkunç film?" Ellerimle yüzümü kapadım, iki elim daha olsaydı kulaklarımı da kapatacaktım.



Pınar sesini alçaltarak, "bildiğiniz porno izliyorlardı" dedi. Uzun bir sessizlik oldu. Ergün'ün ağlaması bir anda durmuştu.


Burak "öyle olduğuna emin misin?" diye üsteleyince, onu duymuyormuş gibi sorusuna cevap vermedi. Kısa bir an tereddüt ettikten sonra, "elbette" dedi Pınar, "ben göreceğimi gördüm". "Zaten kızlar tuvaletine dalmış erkekmişim gibi apar topar dışarı kovaladılar beni" demeye çalışırken sözünü bitiremedi.


Ağlama sırası Pınar'a gelmiş, sorunumuz katlanmıştı. Şimdi teskin edilmesi gereken iki travmatik genç vardı yanımızda. Üstelik bir kızın içini çekerek gözyaşı dökmesi dayanılır gibi değildi. Acilen bir şeyler yapmalıydık.


Burak, "boşuna inciniyorsun" dedi. "Gerçi şimdi sırası değil ama, ben de babamın gizli film köşesini keşfettim. Her hafta bir film gidiyor, bir başkası geliyor. Evde yalnız kaldığımda biraz bakınıyor işim bitince aynı yere özenle bırakıyorum, fark etmesin diye."


Matrak bir şey anlatıyormuş gibi bir tutum takınmıştı bunları söylerken. Diğerlerinin aksine, "babamın yaptıklarına aldırış etmiyorum" demeye getirmişti. Son zamanlarda üzerinden atamadığı abartılı öfkesi, edebiyat öğretmeninin ufak bir uyarısına bile hakaretle cevap verip üç gün okuldan uzaklaştırma alması o an sanki anlam buldu.


Üçünün de gözlerinin bana doğru kaydığını fark edip üzerime düşeni yapmak için hazırlandım. Pek bir özgüvenliydim. Konunun uzmanı edasıyla konuşmaya başladım.


Geçen yaz Temmuz ayı falandı. Beş arkadaş bir hafta sonu tatili için Şile yolundaydık. Haşlanmış taze mısırların kokusuna kapılıp kısa bir mola vermek için durmuştuk ki uzaktan birinin ısrarla ve neşeyle adımı çağırdığını duydum. Şu işe bakın, dünyalar tatlısı babacığımla karşılaşmıştık. Kendini pek önemser bir tavırla yanımıza kadar gelip beni ve arkadaşlarımı biraz ilerde oturmakta olduğu masaya davet etti. Babamla ilk kez tanışan arkadaşlarım nezaketen daveti kabul edince beraberce kendisini takip ettik.


Hiç şaşırmamıştım. Yok, aslında bu sefer şaşırmıştım. Şaşırmadığım, babamın onuruna leke sürmemesi, sık değiştirdiği sevgililerinden birisini yanından eksik etmemesiydi. Benim bile afallamama neden olan ise, ayın sevgilisinin bizlerden sadece birkaç yaş büyük görünüyor olmasıydı. Dilimizi bilmeyen, saf görünümlü, şen şakrak bir Rus kızcağızdı.


Babam, kafaları karışmışa benzeyen arkadaşlarıma pek bir candan davrandı, hatırlarını sordu. Her şeyin doğrusunu bilen, hayatının amacını bulmuş bir adam edasıyla her birinin hedeflerini öğrenmek isterken öylesine ateşli konuştu. (O'nu görseydiniz okumadığı kitap, bilmediği şey yoktur sanırdınız). Tek kelime etmeye kalktığımız an sözümüzü ağzımıza tıkadı. Bira teklifini reddettiğimizden bizlere gazoz ısmarlarken eve gelen özel ders hocamı beraber içmeye nasıl ikna edebildiğinden övgüyle bahsetti. Komiklik olsun diye benim çocukken mahalledeki çöp bidonunun içerisine düşmemi anlattı. (öncesinde yaptığı konuşan sosis esprisi amacına ulaşmayınca hayıflanmıştı.) Konuşmalarımızı anlamayan Rus sevgilisi de bir yandan devamlı kahkahalar atıyor, neşelenmemiz için çırpınıyordu. Neyse işte! İş çığırından çıkmaya başlayıp ortalık tam bir tımarhaneye döndüğünde hürmetle onları terk edip yolumuza devam ettik.


Pınar, "annenle babanın ayrıldığını hiç söylememiştin" deyince "ayrılmadılar ki söyleyeyim" dedim. O hafta sonunu izleyen pazar akşamı tıpkı benim döndüğüm gibi babam da evimize döndü. Bizim ailemiz kendimi bildim bileli böyle yaşar. Ben daha bir ilkokul bebesiyken babam beni sevgilileriyle gurur duyarak tanıştırır "bunlar senin cici annenlerin" derken gülmekten kırılırdı.


Ergün'ün yüzünde, akşam eve koşup "hakkını helal et babacım" diyerek pederinin ellerine kapanacağı gibi bir ifade sezinledim.


O gün büyüklerimizi yargıladığımız konforlu dünyadan er geç çıkmak zorunda kalacağımızı bilemeyecek kadar hayatın acemisiydik. Bizlerin de kendi çocuklarımız tarafından yargılanacağı günler büyük bir süratle yaklaşıyordu.

62 görüntüleme
1/23
bottom of page