top of page

ÖLÜM TUTKUSU

Ah zavallım benim!


İntihar fikriyle flört etmeye başladığım ilk zamanları hatırlıyorum. Nasıl da iyi kalpli bir gençtim. Dershane çıkışı uzun uzun taksi beklemiş, Köprü'nün üzerindeyken şöförden durmasını isteyip aşağı atlamayı planlamıştım. Bir türlü gelemeyen tipik İstanbul taksisi hayatımı kurtarmıştı.

Daha o sıralar beni korkunç bir şeylerin beklediğini sezebiliyordum. Ne acı, ne güç günler vardı önümde. Dünyanın öteki ucuna bile gitsem peşimden gelecekti yaptıklarımın laneti. Hayatın bana ızdıraptan başka bir şey veremeyeceğini biliyordum. Zaten yaşayan bir ölüye dönüyordum günden güne, ruhumu yitiriyordum. Utanç verici alışkanlıklarımın beni yiyip bitirdiğini, içten içe çürüttüğünün fazlasıyla farkındaydım. Hislerim körelmişti. Hiçbir şeye sevinemiyor, hiçbir şeye üzülemiyordum. Hayata böylesine kötü bir başlangıç kötü bir sonun da habercisi olmalıydı.


Yüz kızartıcı aşağılık durumum bir an önce ölebilme temennileriyle dolduruyordu günlerimi. Niçin yaşayacaktım? Ne amacım olabilirdi? Mutluluğa dair hiçbir isteğim yoktu, ondan çoktan vazgeçmiştim. Çoktan diri diri mezara girmiş gibiydim. Burada olduğumda bile burada değildim. Her şey bir kabus gibi gerçek dışı görünüyordu. İnsanlarla aramda aşılmaz bir uçurum oluşmuştu.

Ölüme yüklediğim anlam zerrem kalmazcasına, büsbütün yok olmaktı. Hiç doğmamışım gibi, hiç kimse beni tanımamışçasına... Sonsuza dek kimsenin beni hatırlamadığından, benden bahsetmediğinden emin olurmuşçasına...

Bir bayram tatili evde yalnız olduğumda utanç dolu günler canıma tak etmiş, bir yerlerde saklandığından emin olduğum altın kaplı tabancayı aramıştım. Evin altını üstüne getirmiştim ama görünmez kılınmıştı sanki. Ben yine de her şeyi bir anda bitirme kararlılığındaydım; iki kutu hapı mideye indirip güzelce yatağıma uzanmıştım. Bir canavara dönüşüyor olmaktansa halen insanlığımdan bir parçayı hissedebildiğim bir demde terk ediyordum bu acımasız hayatı. Yirmi sekiz saat sürmüştü "ayrılığım", uyanmıştım. Bir daha da kendimi öldürmeye teşebbüs edebilecek gücü bulamadım.


Bir ara büyük bir savaş olduğunu duydum. Ulaştığım vakıftakiler beni önce başlarından savdılar ama ısrarıma ve samimiyetime şahit olduklarında acımaları ağır bastı. İki iri gövdeli Çeçenle buluşup bir hafta içerisinde hazırlıkları tamamlarken minnettarlıkla doluydum. Komşu ülke üzerinden kaçak giriş yapacaktık cepheye. Düşünmesi bile huzur vericiydi çünkü her geçen günüm kendimi çamurdan çekip çıkarmamın imkansızlığı fikrini güçlendiriyordu. Üstelik orada ölürsem, hayatımın belki de bir anlamı olacaktı. Sonrasında neler olduğunu sormayın lütfen. Taksi gelmedi diye intihar edemememden daha "küçük düşürücü" biçimde sonlandı bu maceram.

99'daki büyük deprem öncesi yaşanan büyük güneş tutulması sırasında uzun süre güneşe bakılırsa kör olma riski olduğunu duymuştum haberlerde. Fırsat bu fırsattı; dünyam kapkaranlık kesilirse beni felakete sürükleyen alışkanlıklarım bir son bulabilirdi. Onlarca dakikalarca dik dik bakıp gözlerimi ayırmadım güneşten ama sadece haberlerde duyduklarıma inanmamam gerektiğini öğrenmemle kaldım.


Her bindiğim uçağın düşmesini hayal ettim. Göğsümde her ağrı hissettiğinde sevinçle biraz daha hızlı attı kalbim. Bir yanım ağrısa, ölümcül bir hastalık müjdesini alma ümidiyle doktora koştum. Rüyalarımı hayalini kurduğum haberin bir izini bulmak ümidiyle didik didik ettim. Günlerimin tek kıymeti beni ölüme biraz daha yaklaştırmalarıydı. Hayatın tek çekici yanı da bir gün bitecek olması...


Bir seferinde son bir umutla Mekke'ye gittim. Vaktimi Kabe'nin kapısına yapışıp gece gündüz yalvararak geçirdim. Hiç değilse yüzüm halen kızarabiliyorken, hemen oracıkta canımın alınmasını diledim. Evime döndüğümde neler yapabileceğimi pek iyi biliyordum, kutsal saydığım her şeyi çiğneyip geçecektim. Sakınamadıklarım yüzünden aklımı da yitirebilirdim. Dahası, zaten can çekişen inancımı büsbütün kaybedebilirdim. İnanç da bir kez kaybedildiğinde bir daha nadiren dönerdi.


Öyle acılar içinde kıvrandırır ki sizi bu bağımlılık, ölüm sonrasında sizi nelerin beklediğine yönelik kesin bir bilgiden mahrum olmanıza rağmen, hemen şimdi, hemen burada zavallı hayatınızın bir son bulmasını, ızdırabınızın dinmesini dilersiniz. Utancınızın sırtınıza yüklediği yükü bir dakika daha taşıyabilecek mecaliniz kalmamıştır.


Sonra bir zaman gelir artık içinizde hiç bir kuşku kalmaz. Acı çekmenin çok büyük bir şey olduğunu, hiç bir acının boşuna yaşanmadığını, tüm ızdırabınıza rağmen hayatta tutuluyor olmanızın akla hayale gelmez bir karşılığı bulunduğunu hayretle görürsünüz. Her şeyin ancak son dakikalarında anlam bulduğu bir filme benzetirsiniz yaşamınızı.

Gücünüzün ve direnciniz sınırındayken geçmişteki tüm yakınmalarınızdan, şikayetlerinizden sonsuz bir mahcubiyet duyarsınız. Hatta hayat öylesine anlam bulur ve siz işi o kadar ileri götürürsünüz ki tüm başınıza gelenleri bir kez daha deneyimlemek için gönüllü olmayı düşlerken bulursunuz kendinizi.


Hayır hayır, yok öyle bir şey, son cümleyi uydurdum!


67 görüntüleme
1/23
bottom of page